Mektup #18 • Sonbahar & Kış Mektubu
2023'ün son mektubu, dört yapraklı yonca, Kargo☆Yarına Kalan Şarkılar, Bi' Sen Varsın ve şüphesiz "hayat büyülüdür"
Sevgili mektup arkadaşım,
Sana mektup yazmayı ne denli özlediğimi anlatmama imkan yok. Aklımın bir köşesinde benimle yaşayan, her yere taşıdığım bir his bu. Zorunluluk değil, bir ihtiyaç. Ve böyle hissettirmesine bayılıyorum. Sana her ay yazacağıma söz vermiştim, sözümü galiba tutamadım, ama bir şeyin de farkına vardım. Sana hep mevsim döngülerinde seslenmişim. Kafamda aylar birikiyor, anlar birleşiyor, döngüler tamamlanıyor ve sonunda bu ihtiyaç bir anda parmaklarımdan dökülmeye başlıyor. 2023 fark ettirdi ki, yazılarım hep mevsimlerle eşleşiyor. Mektupları tamamlayabilmem için o mevsimleri yaşamam gerekiyor sanki. Yani bu mektup da, en son gönderdiğim yaz mektubunun üzerine biraz sonbahar, biraz da kış mektubu olacak. Ve seninle koca bir yılı tamamlayacak, ayrıca 2024’e de giriş yapacağız. Mis gibi bir playlistle başlıyorum mektubumuza. Hem sonbahar, hem kışı anlattığım için upuzun bir playlist seni bekliyor:
Kasım 2023, Gelibolu
"Nereden başlayacağımı bilemediğimden bir türlü başlayamadığım şeyler…" tarzı bir şey yazmıştım twitter'a yıllar önce bir gün, Gelibolu'daydım, anneannemlerdeydik. Sahilde North Shield’e oturmuş ve kendime bir martini ısmarlamıştım. İnsanlar normalde yalnız başına oturan birini - özellikle bir kadını - görünce bir tuhaf bakar, ama o gün kimsecikler yoktu sağımda solumda. Defterimi kalemimi çıkardım ve Twitter’a girip bunu yazdım. Ah bu arada Twitter'ı nasıl da hayatımdan çıkardım? İsteyince oluyormuş. 11 senelik bir bağımlılık, telefonumdan sildiğim an nasıl da bitiverdi. Başka şeyleri de kesip atmak için ne de güzel ilham verdi. Nereden başladığımı bilemediğimden bir türlü başlayamamak diyordum evet, çok yıllar geçti üzerinden ve bunu hala sıklıkla yaşıyorum. Oysa herhangi bir yerden hızlıca başlamak sadece, şöyle bi denemek en azından, yaşayıp görmek, yolda karar vermek. Her şeyi kontrol edemezsin, her şey planlı ilerleyemez. Kendi başına yapamıyorsan da bir yardım istemek. Bunları yazarken nereden başlasam stresi sarıyor yine, o yüzden en mantıklısı bugünden başlamak, şimdiden.Bilincimin akışına kendimi bırakmak.
Bu mektup biraz da geçtiğimiz yılı andığım bir mektup olacağı için atölyeden bahsederek başlamak heyecan verici olur benim için. Taa 2020’de bir mektubumun sonunda ektiğim bir tohumun yeni filizlenmesi ve bu senenin en önemli kazanımı oluşu… Hayaller gerçekleşir. Geç de olsa, güç de olsa. Bu ara şu iki şeyi kendime hatırlatıyorum bolca çünkü sıklıkla unutuyorum: “Hayaller gerçekleşir” & “Hayat büyülüdür”.
Yaratma Cesareti atölyesinin ilki bitti, ikincisi devam ediyor. Benim için inanılmaz keyifli, öğretici ve heyecan dolu karşılaşmalar silsilesiydi. 2023’ün dönüm noktası atölyelere hazırlandığım ve başladığım aylardı. Hatta 2023'ün ilk altı ayı ne kadar kötüyse, son altı ayı bir o kadar ilaç gibi geldi diyebilirim. Sonunda hayal edebileceğimden bile güzel oldu, ne mutlu. Şahane insanlarla tanışıp arkadaş oldum; hep beraber yaratıcılığımızın, bilincimizin derinlerine daldığımız bir yolculuğa çıktık. Bir ay olarak başladığımız ilk atölye tam üç ay sürdü. Şimdi ikincisini de uzattık ve yine üç ay boyunca beraber olacağız. Gerçekten çok şanslı hissettirdi bana bu dönem. Bir sürü yaratıcı beyinle beraber bir iyileşme sürecine girdik, sonunda elimize bir sürü yeni üretim, yeni bir hayat bakışı kaldı. Yeni yılda da atölyelere devam edeceğim, hatta “Atölye #3” Şubat’ta başlıyor. Atölyeyi ilk mektup arkadaşlarıma duyurmuştum, öyleyse hazır denk gelmişken üçüncüsünü de duyurayım.
Bilgi almak istersen atolye@simgepinar.com’a mail atabilirsin.



Modern dünyada kendimizi sürekli bir iyileşme kampına sokmamız gerekmesi çok yorucu biliyorum, ama en azından kendim için bunun bir gereklilik olduğunu yeni anlıyorum. Sürekli düşünen bir zihnin, tonlarca gereksiz bilgiye, görsele, hayata maruz kalan bir kafanın temizlenmesi, durulması ve kendi hayatını tasarlaması ne mümkün? Geçenlerde bir gece eve geldikten sonra aşırı derin ve alçak IKEA koltuğumuza geçtik ve saatlerce bunları konuştuk Efe'yle. Sabah uyanır uyanmaz elimiz telefona gittiğinde tüm gece ve sabah boyunca gelen mesajlar, sosyal medya bildirimleri, açar açmaz en az 30 dk oradan oraya, insandan insana, gitardan gitara, reklamdan reklama sürüklendiğimiz tuhaf kargaşada nasıl huzur bulabiliriz? Bulamıyorum. Bazen tüm bunların beynimi kemirdiğini duyabiliyorum. Beni uyuşturduğunu, hep aynı yerde tuttuğunu, saatlerimi, günlerimi ve yıllarımı yediğini görüyorum.
Atölyenin bir haftasında sosyal medya detoxu yaptık. Sosyal medyada var olman gereken bir mesleğin varsa bu tarz detoxlar insanı daha çok strese sokabiliyor.
Bu yüzden bu defa tamamen yok olmadım, günde 2 defa -sadece bir şey paylaşmam gerektiğinde- girdim. Ellerim sürekli telefonu aradı, bir bağımlı gibi onlarca defa, hiçbir bildirim gelmemesine rağmen ekranı açıp kapadım, sosyal medya platformları olmayınca yerlerini bir şeylerle doldurmam gerektiğinden mail app’ine girdim çıktım girdim çıktım. Bu hallerim beni çok güldürdü ve düşündürdü. Her boşluğumu bu küçücük ekranla dolduruyordum, bazı duygulardan kaçmak için kendimi donduruyor, hayatı erteliyordum. Oysa kafamı bu ekrandan kaldırdığımda, uçan bir kuşu, tuhaf şekilli bir bulutu, etraftan duyduğum bir cümleyi, ve işte yukarıdaki yunusları mesela, yakalabiliyordum. Hayatı yakalayabiliyordum, gerçek dünyayı. Sabah çok berrak bir zihinle uyanmak, odaklanabilme yetimi yeniden kazanmak, modumun çok daha yükselmesi, bolca kitap okumak, yazı yazmak, enstrüman çalmak ve 24 saatin aslında ne kadar uzun olduğunu fark etmek gibi inanılmaz büyük kazanımlarla bitirdim detox’u. Şimdi ayda en az bir hafta yapmaya çalışacak, yavaşça arttıracağım.


Perşembeyi cumaya bağlayan gece, yani mektubu aldığın sıralarda uzun bir aradan sonra ilk kez yeni bir şarkı duyacaksın benden. Üstelik bu şarkı çok sevdiğim Kargo’nun bir şarkısı ve “Kargo☆Yarına Kalan Şarkılar” isimli tribüne albümünün ilk EP’sine dahil. Bu albümde çok değerli müzisyenlerle birlikte yer almak kendimi çok şanslı hissettiriyor, 90 & 2000li yılların türkçe rock müziğinin şu an yaptığım müziğe ve olduğum kişiye katkısı büyük. Albümde kimin hangi şarkıyı söylediği büyük bir sır; fakat bu mektubu okuduğun sıralarda açıklanmış olacaktır. Dolayısıyla sana söyleyebilirim mektup arkadaşım, “Sen Uyurken”i yeniden yorumladık. :’) Uyurken aklından neler geçtiğini, rüyalarında kimlerin olduğunu merak ettiğin sevgiliye söylenen bir ninni gibi olmasını hayal ettik, belki şimdi açıp dinlersin, olmuş mu? :)
Canozan’la bir süredir çalıştığımız düetimiz “Bi’ Sen Varsın” da Şubat’ta çıkıyor. Onun hikayesini umarım bir sonraki mektuba yetiştirebilirim. <3 Ama inanılmaz heyecanlı olduğumu söylememe gerek yok herhalde. Yukarıdaki fotoğraflar şarkının kapak fotoğrafını çektiğimiz günden. Ressam Deniz Pelister’in evinde çekim yaptık, şahane bir gün geçirmiştik. Duvara yaslandık ve Deniz bedenimizin etrafından bir kalemle geçti. Çizimimiz el ele buluştu. Bakalım şarkıdaki karakterler buluşabilecek mi? Hala bir çocuk gibi elini kağıda koyup kopyasını alan biri olarak bu çizimin önünde durduğumuz fotoğrafları çok sevdim. Yeni bir şarkıyla buluşmayalı çok olmuştu, umarım 2024 bolca şarkıyla, mektupla ve ilhamla dolu olur. Gerçekleştirilecek tüm hayallere, cheers!
Biliyorsun sana yazdığım mektuplar benimle bir süre yaşıyor. Yani tüm bunları tek bir günde yazmıyorum, günlere, bazen haftalara, son zamanlardaysa aylara yayıyorum.
Playlist’in uygun şarkısına denk geldiğini umut ederek, başka bir güne atlıyorum şimdi.
Yaşarken anlayamazsın bazen. Bazen de daha gerçekleştiği sırada bilirsin ki, şu yaşadığın anı ileride hatırlayacaksın. Mesela ben diyeceğim ki, “ben, Simge, o evde ….. sene yaşamıştım. Karanlık yatak odamdan uyku mahmurluğuyla çıkar aydınlık çalışma odasına yürürdüm, sandalyeme oturur, pencereden yansıyan güneşe doğru yüzümü çevirirdim (tam bu sırada “My baby likes the sunshine on her face” diye başladı şarkı, tesadüf müdür sanmam, büyülü rastlantılar vardır.) güneşin cildimi yakmasını keyifle bekler, kedilerimin mayışmasını seyrederdim….” Bu kutu gibi hissettiren küçücük evde yazdığım şarkıları, kahkahalarımızı, 20’lerimin sonu 30’lu yaşlarımın ilk zamanlarını burada geçirişimi, hepsini hatırlayacağım ve bir gün birilerine anlatacağım, şimdi anlattığım gibi.
Tuhaf bir durum var, en azından bana öyle geliyor. Daha önce de yazmışımdır, doğduğum ve büyüdüğüm sokaktayım. Buraya 23 sene sonra yeniden döndüm. Annemle babamın beni bir battaniyeye sarıp işe gitmeden evvel babaanneme bıraktığı günler, nerden baksan 30 sene öncesi ama çok yakın. Sanki bir döngüyü tamamlamak üzere buradayım. Ve Beşiktaş’ta bu ufacık evde yaşadığım ve yarattığım günler, olduğum ve olacağım kişinin bir parçası.
Bu sokakta yaşamak diyordum, beni çocukluğumla birlikte yaşamaya zorluyor. Zaten hep çocukluğuyla yaşamaz mı insan? Hafızamdan silindiğini sandığım, bir kere bile hatırlamadığım şeyler bazen kahvaltı hazırlarken, bazen ev işi yaparken aklıma geliveriyor. Bazen de bu sokaklarda yürürken, yolda.
Evden çıkıyorum, sola dönüyorum, sola dönüyorum, babaannemin evinin yanından geçiyorum, sağa dönüyorum, dümdüz yürüyorum, parkın altındaki ufacık ağaçlık alanda sandalyelerini kurarak oturan amcalara gözüm takılıyor, hafif sağa kıvrılıp dar merdivenlerden çıkıyorum, basamaklarda ilerlerken o an Beşiktaş'ta değil de küçücük bir kasabadayım sanki. Arnavut kaldırımı taşlarının arasından çıkan yoncalara gözüm takılıyor. Bu türün yaprakları dev kalpler şeklinde. "Çiçek asfalttan çıkar…” mırıldanıyorum “…yüzüm güler.”. İlerliyorum, yoncalar asfalttan, yoncalar kaldırımlardan, saksılardan coşkuyla yükselmeye devam ediyor. O parka çıkan dar merdiven ve sağlı sollu yonca dolu saksılar çocukluğumdan bir hatırayı gözümün önüne getiriyor. Bir gün parka gitmişiz ve babaannem "hadi dört yapraklı yonca bul" diyor bana. Görevimi epey ciddiye alıyorum, babaannemin hayal ettiği şekilde belki bir saat boyunca dört yapraklı yonca arıyorum o gün, ne var ki ne kadar arasam da bulamıyorum. Buldum sanıp yine bulamıyorum. Dört yapraklı yoncanın varlığından bir an olsun şüphe duymadan küçük parmaklarımla birbirine yapışık yoncaları ayırıyorum. İri iri yoncalar, küçük yoncalar, altlarda kalanlar, yaprağı eksik yoncalar, koyu ve parlak renkliler. Sadece orada değil, o parkın her noktasında yoncalar var, asfaltlardan taşan yoncalar, kaydırağın yanındalar, salıncağın dibindeler, ellerim kirleniyor, yoncaları koparıyorum, büyükleri bir anlığına yanıltıyor beni, öyle simetrikler ki 4 yapraklı gibi geliyorlar ama değiller.
6 yaşımda Göztepe’ye taşınıyoruz, orada da parklar var, hem de bir sürü. Orada da yoncalar. Ama bulamıyorum, yine bulamıyorum. Dört yapraklı yonca belki de yok, belki de bunların hepsi bir yalandı, bir çocuğu oyalamak için söylenmiş anlamsız bir yalan. (O sırada mektubun playlistinden PJ Harvey’nin sesi yükseliyor: "Oh god I miss you", teşekkürler) Vazgeçiyorum yıllarca, yonca görmüyorum bile sanki. Dikkat çemberime girmiyorlar. İçimden garip sorular yükseliyor, bu şarkı çalarken normal sanırım — dramatikleşme Simge! — hayat boyu dört yapraklı bir şey mi aradım, imkansıza mı kapıldım, hala bazı soruların cevabını bilmemek ne garip, üstelik bazı şeyleri de bildiğini bilmeden bilmek, bildiğini bilmeden bildiğini bilmek. Hafızam şimdi beni bambaşka bir anıya götürüyor, bildiğini bilmeden bilmekle ilgili bir anı. Ortaokuldayım, okul çıkışı Mc Donalds’a gitmişiz, bir amca bizi yakalıyor ve hemen “Kim 500 Milyar İster?” oynuyor bizimle: "Hangi şehrin 3 bölgede de toprağı vardır?". Herkes sıkkınlıkla adamın sorusunu duymazlıktan geliyor, bense kendimden emin bir şekilde anında “Bilecik” diyiveriyorum. Kelime dudaklarımdan dökülür dökülmez de sanki başka biri konuşmuş gibi bir şaşkınlıkla kalakalıyorum. Keşke sallamış olsam ama sallamıyorum, ilk defa bildiğimi bilmediğim bir şeyi bilebildiğimi fark ediyorum.Amca da şaşırıyor, ondan koca bi aferin kapıyorum. Kendimi çok zeki hissediyorum.
İnsan 12 basamaklı merdivenden çıkarken ve kısa bir yokuşu çıkarken tüm bunları düşünebilir mi, düşünebilir. Sonuçta dara düştüğünde istatistikler insanın yardımına koşar, 6000 düşünce bir günde geliverir, dakikaya vurursak mümkün gibi.
Beşiktaş’tan Nişantaşı’na koca yokuşlar var, bilerek Maçka’ya sapıyorum ve çocukluğumun parkının sağında solunda dolanıyorum. Koca halimle merdiven diplerinde dört yapraklı yonca arıyorum, eve gelip "dört yapraklı yonca" diye aratıyorum ve 5000'de 1 ihtimalle (Wikipedia'da böyle bir istatistik var) bulabileceksem, bakınmaya değer diye düşünüyorum. Hatta bu mektubu yazdığım günler ve haftalar yolumu bilerek düşürdüğüm Şenlikdede civarlarında dört yapraklı yonca avına çıkıyorum. Yarım bıraktığım bu işi tamamlamam gerek. Mektup bitene kadar bulur muyum bilmem. Ama artık bulabileceğime inandığım için rastlamam yakındır. (17.01.2024 - hala bulamadım.)
Bak nasıl da savruldum yine oradan oraya. :) 2023’ün son, 2024’ün ilk mektubunda bir hayalimi daha buraya bırakmak istedim. Çünkü neden, “hayaller gerçekleşir.”
Kaçıncı mektubun ardından gerçekleşir bilmiyorum ama - umarım en yakın ve olması gerektiği vakitte -bir gün sana gönderdiğim tüm mektuplarımın ve şarkı sözlerimin toplandığı bir kitabım olsun diliyorum. Fingers crossed!
Koca bir yılı geride bırakmışken 2023’ün senin için nasıl geçtiğini merak ediyorum, belki mektupla anlatırsın bana, öyle mutlu olurum ki. <3
En yakın vakitte görüşmek dileğiyle, mektubunu bekliyorum.
Sevgiler,
Simge